Kuraklıkla Yüzleşme Vakti Geldi De Geçiyor…

Ülkemizde 7 yıllık periyotlarla kuraklık sorunun yoğunlaştığı somut bir gerçek artık.
Öyle ki, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü “2013 Yılı Yağış Değerlendirmesi” raporuna göre, 2013 yılında küresel ortalama yağışlar 1961–1990 normalleri civarında (1033 mm) gerçekleşmiştir. Ülkemizin yıllık yağış normali 646 mm civarında olmakla birlikte, 2013 yılında ortalama 564,1 mm olarak kayıt edilen yağış miktarı, ülke normalinin yaklaşık 80 mm altında kalmıştır. (Not: Yıllık yağış miktarı mm,cm ve m olarak, günlük yağış miktarı ise m2/ kg ile ifade edilir (1 m2’ye 1 kg.lık yağış, 1mm yükseklik yapar)

Yıllara göre yağış dağılımı incelendiğinde, kurak geçen 2006, 2007 ve çok kurak geçen 2008 yıllarından sonra 2009 yılından itibaren yurdumuzun daha yağışlı bir döneme girdiği görülmektedir. 2012 yılında da bu eğilim değişmemiş, ancak 2013 yılında yağışlar normale göre % 13 oranında azalmıştır. Bölgesel olarak normaline göre artış sadece % 11 ile Ege Bölgesi`nde görülmüş olup, en fazla düşüş ise % 27 azalma ile İç Anadolu Bölgesinde gerçekleşmiştir.

Kuraklık belirtilerinin yol açtığı kaygıların giderek büyüyüp yaygınlaştığı, ciddi bir kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz bir dönemdeyiz. 2013 Ekim-Aralık döneminde yağışlar, 2012 yılının aynı dönemine göre yüzde 41,2 azaldı.  En fazla yağış azalması yüzde 49,4 ile İç Anadolu ve yüzde 47,7 ile Akdeniz bölgelerinde oldu. Aralık ayında Ege Bölgesindeki yağış azalması yüzde 84,5e çıktı.

1971-2000 yıllarını kapsayan yağış normali 646 mm iken 1970-2013 yıllarını kapsayan yağış ortalaması 624,2 mm… Yani son 13 yılda 22 mm’lik bir yağış kaybı söz konusu…

Meteorolojik kuraklık ülkemizin bir gerçeği… Kuraklığın evreleri sırasıyla; meteorolojik kuraklık, hidrojeolojik kuraklık ve tarımsal kuraklık. İlk evreyi tamamlamış durumdayız. Bazı bölgelerde hidrojeolojik kuraklık başlamış durumda. Tarımsal kuraklık ise son aşama ve sosyal, ekonomik etkileri geri dönüşü olmayan süreçler yaratabilir.

SU KAYNAKLARI  POTANSİYELİ
Yıllık ortalama yağış 643 mm/yıl
Türkiye’nin yüzölçümü 783.577 km2
Yıllık yağış miktarı 501 milyar m 3
Buharlaşma 274 milyar m 3
Yer altına sızma 41 milyar m 3
Yüzey Suyu
Yıllık yüzey akışı 186 milyar m 3
Kullanılabilir yüzey suyu 98 milyar m 3
Yer Altı Suyu
Yıllık çekilebilir su miktarı 14 milyar m 3
Toplam Kullanılabilir Su (net) 112 milyar m 3
Gelişme Durumu
DSİ Sulamalarında Kullanılan               32 milyar m 3
İçmesuyunda Kullanılan                 7 milyar m 3
Sanayide Kullanılan                 5 milyar m 3
Toplam Kullanılan Su               44 milyar m 3

Kaynak: DSİ

SU FAKİRLİĞİNE DOĞRU

Yağışlardaki belirgin azalma, su zengini olmayan ülkemizde daha büyük problemler yaratıyor.

Türkiye, sanıldığının aksine su zengini bir ülke değildir. Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8.000-10.000 m3 olan ülkeler su zengini, 2.000 m3‘den az olanlar su azlığı çeken, 1.000 m3‘ten azı da su fakiri ülkeler arasında kabul edilmektedir. DSİ‘nin verilerine göre ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda ortalama toplam 112 milyar m3‘tür ve Türkiye, kişi başına ortalama 1.500 m3 ile su azlığı yaşayan bir ülkedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2030 yılında ülke nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörmektedir. Mevcut kaynakların tamamının bozulmadan korunduğunu varsaysak bile 2030 yılı için kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1.000 m3/yıl civarında olacağı söylenebilir.

Avrupa Çevre Ajansının hazırladığı raporda da 2030 yılında Türkiyenin pek çok bölgesinde orta ve yüksek seviyelerde su sıkıntısı yaşanacağına dikkat çekilmektedir. Bu nedenle sanıldığının aksine, Türkiye yakın gelecekte ciddi su sorunları ile karşılaşmaya aday bir ülkedir.

Tabi bu sayılar, nüfusa göre değerlendirilmiş ve AKP hükümetinin gerek çevre alanındaki bilim dışı çok başlı yönetim anlayışı (Çevre ve Şehircilik ve Orman ve Su İşleri Bakanlıkları) gerekse ormanları, sulak alanları yok eden projeleri kapsamadan hesaplanmıştır.

KIZILIRMAK, SAKARYA, ERGENE, BÜYÜK MENDERES, KONYA HAVZASI TÜKENİYOR…

Kuraklığın hiç kuşkusuz birçok sebebi var. Bu önemli soruna dair sebep, sonuç ve çözüm önerilerinden önce mevcut durumu ortaya koymakta yarar var. Hafızalarımızı tazeliyelim;

  • Kapalı Konya Havzası’nın hidrojeolojik kuraklık evresine girdiği bizzat Orman ve Su İşleri Bakanı tarafından açıklandı. Yani Konya havzası tükendi… Kontrolsüz, sınırsız yer altı suyu kullanımı ve zamanında önlemlerin alınmaması nedeniyle.
  • Ocak 2014’de Devlet Su İşleri’nden yapılan açıklamada Kızılırmak Nehri’nin akışında, debisinde 7 kat azalmanın olduğu açıklanmıştı.
  • Sakarya nehrinde özellikle Ankara’nın Polatlı bölgesinde suların azalması nedeniyle balık ölümleri gerçekleşmişti.
  • Nazar boncuğu olarak da adlandırılan, nadir olarak bulunan ve volkanik olan Konya’daki Meke Gölü kurudu.
  • Sapanca Gölü tarihin en düşük seviyesine ulaştı. Şuanda yıllık kullanılabilir miktarı tüketildi ve gelecek senelerin su kullanım miktarı tüketilmeye başlandı.
  • Tuz Gölü’nde kuraklık yoğunlaştı, sanki kuraklık yokmuş gibi bir de 10 adet işletme için yeni ihale yapıldı.
  • Trakya bölgesinin neredeyse tamamını kaplayan, nüfus yoğunluğu fazla olan Uzunköprü, Pehlivanköy, Lüleburgaz, Çorlu gibi yerleşim yerlerinden, tarım arazilerinden geçen Ergene Nehri çözümsüzlüğe sürükleniyor. Ergene Havzasında su miktarının azalması nedeniyle su kirliliği ve koku problemi daha da belirgin hale geldi buna rağmen Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’ndeki kirletici parametrelerden olan Kimyasal Oksijen İhtiyacına (KOİ) dair belirlenen limit değeri daha da aşağılara çeken Genelge’nin yürürlüğü 2 yıl daha ertelendi.
  • Bafa Gölü Muğla ve Aydın illeri sınırlarında bir zamanlar suyu içilebilen, yaz aylarında yöre halkının serinlemek için yüzdüğü bir göldü. Bugün içerisindeki oksijen miktarı tükenmiş, balıklar ölmüş ve su miktarı azalmış durumda.
  • Alakır vadisi 70 km uzunluğunda, 1. Doğal sit alanı… Müthiş bir doğaya sahip. 70 km lik bir dereye 4 HES yapılmış durumda, 4 HES de proje aşamasında.
  • Türkiye’de 69 ilde 478 HES var, 61 ile 534 HES daha yapılması planlanıyor, planlananların gerçekleşmesi durumunda 71 ilde 1012 HES olacak. Bunların büyük çoğunluğu nehir tipi dediğimiz ve doğaya en fazla tahribatı veren HES’ler.
  • Enerji  ve Tabi Kaynaklar Bakanı Sn. Taner Yıldız kuraklık nedeniyle HES’lerde elektrik üretiminin azaldığını ve yurt dışından enerji ithal edileceğini açıkladı. “Su akar, Türk bakar” olmayacak ve dışa bağımlı enerji politikası izlemeyeceğiz demişlerdi…
  • Ankara Çayı, Eymir ve Mogan Gölleri de kuraklık sorunu nedeniyle yaşamın olmadığı doğal göller haline gelmek üzere…
  • İstanbul’a su sağlaması gereken barajlarda su oranı %16’ya düştü. Ülke nüfusunun %20’sini barındıran İstanbul’un su sorununu çözmek için Ankara dahil birçok kentin atık sularını taşıyan Sakarya nehrinden su alınması planlandı. Sakarya’da tükenince Dicle-Fırat bölgesine boru döşenmesi ihtimal dahilinde… Tüm bunlara rağmen İstanbul’un su kaynağı olan Terkos’u yok edecek, 70 gölü, 8 dereyi kurutacak bir havalimanı projesi hayata geçirildi, Terkosu, yer altı sularını besleyen göl suları denize boşaltılmaya başlandı.

Ne yazık ki örnekler çoğaltılabiliyor. Peki bu somut örnekler varken neler yapılıyor ve ne yapmak gerekir?

YER ALTI SULARIMIZ VİCDANLARA EMANET!

Yer altı suları bir ülkenin en önemli zenginliğidir. Doğal olarak arıtılır ve yer altına sızan sulardır. Oldukça değerlidirler. Arıtılması daha az maliyetlidir. Mineral yönünden zengindir. Halk sağlığı için önemlidir…

Ancak tüm bu bilimsel bilgilere rağmen ülkemizde yer altı suları kontrolsüzce tüketilmektedir. Bu tükenişi gözler önüne koyan veri ise Devlet Su İşlerinin (DSİ) kendi raporlarında yer almaktadır. Ülkemizde belirlenen yeraltısuyu rezervi 21,54 milyar m3 olup emniyetli işletme rezervi 16,95 milyar m3   ‘ tür (2013).

Belgeli olarak kullanıma tahsis edilen yer altı suyu miktarı ise 13,56 milyar m3. Bu miktarı DSİ nasıl tespit ediyor? Belgeli olan yani DSİ’den izin alınarak kullanılan kuyulardan… Bu kuyulardan ne kadar su çekildiğinin anlık olarak izlenemediğini ve varsayımlar üzerinden değerlendirildiğini şimdilik bir tarafa koyalım. Yani daha fazla su çekiliyor olabilir belgelilerden…

kuraklik

Kaynak: DSİ 2013 yeraltı suyu rezerv miktarı raporu. (http://www.dsi.gov.tr/dsi-resmi-istatistikler)

Şimdi sıkı durun!

Türkiye’de DSİ’nin 2013 raporuna göre 206.451 adet belgeli kuyu var. Bu kuyulardan 13,56 milyar metreküp su çekiliyor. DSİ’nin tahminine göre 180.000 belgesi yani kaçak, izinsiz, kanunsuz kuyu var. Neredeyse belgeliler kadar. Tabi bu da DSİ’nin tahmini, hiç kuşkusuz daha fazla var…

Yani rezervler, bu değerli su kaynağı izinsizce birileri tarafından tüketiliyor. Denetim var mı? Denetim olsa izinli kadar izinsiz kuyu oluşabilir mi?

Yer altı sularının denetlenmesinde çok başlı çevre yönetimi, su yönetimi anlayışı karşımıza çıkıyor. Mevcut idari yapıda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı denetçileri fabrikalara, tesislere denetime gittiklerinde yer altı suyu kullanımını denetleyemiyor, bu konuda herhangi bir cezai işlem yapmıyorlar. Çünkü yer altı suyu mevzuatı ve idari yapısı Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na ve DSİ’ye bağlı… Bu çok başlı yapı da imkan olmasına rağmen yer altı sularının sıkı denetlenmesini engelliyor.

Yer altı suyu gözlem kuyularının sayısı ise 900, 6 ayda bir ölçüm alınan kuyu sayısıysa 2500 adet…  783.577 km2  lik alana sahip olan ülkemizde bu sayıların ne kadar yetersiz olduğu da görülmektedir.

 

KURAKLIKLA NASIL YÜZLEŞİLİR?

Kuraklık sorununun doğal nedenleri yanında yapay nedenleri daha ağır basmaktadır. Su politikamızdaki kamu, halk sağlığı, doğayı ön plana almayan yaklaşım yapay nedenlerin başında geliyor.

Küresel iklim değişikliği yağış rejimini, yağışların etkilerini değiştiriyor. İklim değişikliğinin nedeniyse sera gazı emisyonu, yani doğal bir süreç değil.

Yer altı sularının kontrolsüzce tüketilmesi, su israfının artması, tüketim kültürünün yaşamın her alanına egemen olması, havzalar arası su aktarma politikaları da kuraklığı ayrıca tetikliyor.

Peki bu somut durum önümüzdeyken ne yapmak gerekiyor?

  • Acilen herkesin en başta, “su kesilirse bıyıklarımı keserim” diyen Orman ve Su İşleri Bakanımızın bu sorunla yüzleşmesi, kabul etmesi ve çözüm için irade göstermesi gerekiyor. Biran önce ilgili tüm kurumları bir araya getirerek Havza Master Planları doğrultusunda çevre düzeni planların, üst ölçekli planların, yatırım programlarının hazırlanmasını sağlaması gerekiyor…

 

  • Sosyal etkileri yıkıcı olabilen tarımsal kuraklığa karşı tarımsal sulamanın yeniden planlanması, tarım arazilerinin tekrar irdelenmesi ve üretim biçimlerinin ülkenin tümünden yeniden planlanması, su tüketimi fazla olan ürünlerin örneğin kuraklığın yoğun olduğu İç Anadolu bölgesinde üretiminin azaltılması gerekiyor. Suyun %72’si tarımsal sulamada kullanılıyor. Bu alanda yapılacak verimlilik ve tasarruf çalışmaları kuraklığa karşı ciddi bir önem olacaktır.

 

  • Göç sorunu halen çözülebilmiş değil. İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e, Adana’ya, Antalya’ya göç hızla artıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ülkemizde 2 milyon 534 bin 279 kişi yaşadığı şehri değiştirdi. 2012-2013 yılları arasında İstanbul’da kendi doğal nüfus artışına ek olarak 437 bin 922 kişi yerleşti. İstanbul’a yatırımların artması ve diğer kentlerde yoksulluğun artışına neden oluyor. Bu nedenle ülkenin diğer kentlerinde yatırımlar arttırılmalı ve tersine göç süreci işletilmelidir. Aksi halde mevcut alt yapı yetersizliği artacak ve havzalardan su getirme süreci hızlanacaktır. Bu da kuraklığın yayılmasını sağlayacaktır.

 

  • Kentlerimiz gittikçe büyüyor ve alt yapı sorunları kronikleşiyor. Yağış alan bölgelerde yağmur ve kar yer altı sularına karışamıyor. Bu sular buharlaşıyor ve doğal yaşama karışamıyor. Bu nedenle kentlerde yağmur suyu toplama sistemleri ayrıca yapılandırılmalı ve toplanan sular da barajlara, arıtma tesislerine iletilmelidir.

 

  • DSİ’nin ölçüm sonuçları halkla paylaşılmamaktadır. Akarsuların debisi, içerisindeki kirlilik parametreleri ve oranları, yer altı sularının miktarı ve göllerdeki su miktarı yıllara göre detaylı olarak toplumla paylaşılmamaktadır. “ rasatlar.dsi.gov.tr “ adresindeki bilgilere çoğu zaman ulaşılamamakta ve sadece bulunduğumuz yıla dair verilerin olduğu belirtilmektedir. Halkın kendi suyuna, akarsularına, göllerine dair bilgi sahibi olması engellenmemelidir. Herkesin kullanımına açık, ücretsiz, bilimsel, doğru bilgi sağlanmalıdır.

 

  • Ciddi toplumsal ve ekonomik etkileri olan kuraklık “afet” kapsamında yer almamaktadır. Kuraklık kavramı da afet kapsamına alınmalı, AFAD tarafından, belediyelerin işbirliği ile bu konuda risk değerlendirmeleri yapılmalı, acil eylem planları belirlenmelidir.

 

  • Su yönetiminde çok başlı yapıdan vazgeçilmelidir. Derelere yapılacak atıksu deşarjını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı belirlemekte ve izin vermekte, derelerin kalitesinin (içerisindeki kirlilik miktarının) belirlenmesinden ise Orman ve Şu İşleri Bakanlığı yetkilendirilmiştir. Öte yandan Türkiye Su Enstitüsü, belediyeler de su yönetimine dair çeşitli yetkilere sahiptir. Bu çok başlı yapı ile kuraklık sorunu yaşayan ülkemizde çözüm üretilmesi mümkün değildir. Bu nedenle bağımsız bir Çevre Bakanlığı kurulmalı, su ve çevre yönetimi bir bütün olarak tek yetki ile ele alınmalıdır.

 

  • Tüketimin azaltılması için toplumsal bilinç arttırılmalı, fabrikaların su tüketimi daha yoğun irdelenmeli, denetlenmelidir. Fabrikaların su tüketim oranı toplam su tüketiminin yaklaşık olarak %15’ini bulmaktadır. Kayıt dışı kullanımla birlikte bu oran artacaktır. Teknoloji yenilenmesi ve bunun devlet tarafından teşvik edilmesi su tüketimini azaltacaktır.

 

SU KANUNU FIRSAT OLABİLİR Mİ?  

Aslında ülkemizde hali hazırda bir su kanunu bulunmaktadır. 10/05/1926 tarihinde resmi gazetede yayımlanan Sular Hakkında Kanun, 831 sayılı kanunumuzdur. İlk kanunlarımız arasında yer alan bu düzenleme şuanda günümüzün ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Yukarıda da bahsedilen sorunları çözebilecek bir Su Kanunu hiç kuşkusuz bir ihtiyaçtır. Nehir tipi HES’lere dair tartışmalara, su tahsislerindeki belirsizliklere, su kaynaklarının durumuna dair bilginin toplumdan gizlenmesine, su yönetimindeki çok başlılığı ortadan kaldırmaya yönelik bir çerçeve çizmesi durumunda Su Kanunu bir fırsata da dönüştürülebilir.

Önümüzdeki aylarda TBMM gündeminde yer alacak olan bu düzenlemenin kamuoyunda tartışılması, ortak akılla düzenlenmesi bir zorunluluktur. Doğanın bize yüklediği bir sorumluluktur. Hepimizin aynı gemide olduğu bir konuda, siyasi iradenin de bu konuda hassas davranması, endişeleri göz önünde bulundurması ve ülkemizin su, kuraklık sorununun önümüzdeki yüzyılları kapsayarak çözecek bir Kanun derdinde olması gerekir.

 

Baran Bozoğlu

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı