Özelleştirilen termik santralleri kurtarma operasyonu başladı mı?

Termik santrallerin çevre mevzuatına uyum sağlamaları için, başka bir değişle, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan “çevre izni” alabilmeleri için 2019 yılının sonuna kadar süre tanınmıştı.

Bu sürede tesislerin atık sahalarının, su yönetimlerinin, bacagazı çıkış sınır değerlerinin mevzuata uygun hale getirilmesi gerekiyordu.

Bunun için de yatırım yapmaları bir zorunluluktu. Ancak sürenin dolmasına rağmen tesislerin bu konuda faaliyet yapmadığı artık tüm kamuoyu tarafından biliniyor.

TBMM’de kanun değişikliği yapılarak bu sürenin uzatılması planlanmış, düzenleme Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmişti. 

Bu konuya dair detayları ve santrallerin etkilerini Independent Türkçe için yazdığım “Özelleştirilen termik santrallere tanınan kirletme hakkı süresi uzatıldı, değişiklik neleri içeriyor? Ne yapmak lazım?” başlıklı yazıdan okuyabilirsiniz. 

Bu durumda ne olacağı herkesin merak konusuydu.

O günlerde bu tesislerin tek sorununun bacagazı sınır değerleri olmadığını, atık sahalarının da en az hava kirliliği yaratan bacagazları kadar sorunlu olduğunu belirtmiştim.

Herkesin “filtre” sistemine odaklandığı bir anda ne yazık ki bu mesele görülemedi… Yeni düzenleme ile haklılığımı üzülerek gördüm… 

26 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik söz konusu endişelerimin haklılığını teyit etti… 

Bu santrallerin atık sahalarının mevzuata uygun olmadığını, atıkları vahşice depoladıklarını, toksik nitelikte atıklar olduğunu, yeraltı ve yüzey sularını kirlettiklerini, tarım alanlarımızı kirlettiklerini belirtmiştim… 

Yeni düzenleme ile içeriğinin ne olacağı dahi belirlenmemiş “akademik” bir rapor aracılığıyla bu atık sahaları izinli hale getirilebilecek.

Yani, geçirimsiz zemini olmayan vahşi depolama alanları, bu yöntem ile çevre izni sürecinde önemli bir sorunu (!) aşabilecek.

Aşabilecek diyorum çünkü; çevre mevzuatımıza ve Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliğimize göre tesisler entegre bir çevre izni alıyor.

Daha önceki mevzuatımızda, emisyon izni, atık sahalara dair izinler ayrı ayrı alınabiliyordu. Şu anda ise entegre çevre izni var ve çevre mevzuatının tümüne uyum sağlama şartı var… 

Dolayısıyla, bu santrallerin en önemli sorunlarından olan atık sahaları birkaç gün önce yapılan düzenleme ile içeriği ne olduğu belli olmayan, kimlerin hangi yetkinlikte hazırlayacağı tanımlanmamış bir “akademik” rapor ile mevzuata uygun hale getirilecek.

Emisyon (bacagazı) sorununa dair de il müdürlüğü uygunluk yazısı işi çözebilecek…

Not etmekte yarar var, yapılan düzenleme sadece çevre bilimi açısından değil, aynı zamanda hukuken de uygun değil.

Söz konusu tesislerin çevre izni alması için uygulanan yönetmelik Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliği…

Bu yönetmelikte çevre izni alınabilmesi için atık sahalarına dair gerekli olan dokümanlar arasında; İl Müdürlüğü Uygunluk Yazısı, Düzenli Depolama Tesisi Onay Belgesi, İşletme Planı yer alıyor.

Söz konusu yönetmelik değişikliği ile; akademik rapor hazırlanması halinde il müdürlüğü uygunluk yazısı ve düzenli depolama tesisi onay belgesi istenmeyeceği belirtiliyor.

Bir Bakanlığın bir yönetmeliği bir koşul koyarken nasıl olurda aynı Bakanlığın diğer bir yönetmeliği bu koşulu kaldırabilir!

Hukuken de çelişkili ve günü kurtarmayı hedefleyen bir düzenleme yapıldığını söyleyebiliriz. 

Öte yandan, AB uyum süreci ile güncellenen çevre mevzuatının ve bugüne kadar düzenli depolama sahalarına dair yapılan tüm olumlu uygulamaların birkaç termik santral için yok sayılması bir geriye dönüş niteliği taşıyor.

Ülkemizin çevresel yatırımlarda daha da ileriye gitmesi, sağlıklı çevrede yaşama hakkımız için mevzuatın en iyi şekilde uygulanması gerekiyor.

Yapılan bu düzenleme vahşi, çevreyi kirleten tüm atık sahalar için aynı meşruiyeti sağlanma riskini de ne yazık ki barındırıyor. 

Kanun değişikliği ile yapılmayan, yönetmelikle ve uygulama ile mi yapılıyor?

Veto edilen kanun değişikliğinin ardından özelleştirilen termik santrallerin çevre mevzuatına uygun olmadıkları ve çevreyi kirlettikleri için tamamının 1 Ocak 2020 tarihinde kapatılması gerekiyordu.

Çünkü hiçbiri bacagazı limit değerlerini sağlayamıyor ve hepsi havayı kirletiyor. Aynı zamanda toksik atıkları ile yeraltı, yüzey sularını ve topraklarımızı kirletiyorlar.

Ve mevcut mevzuatımız ile çevre izni almaları mümkün değil-di… Şu anda bu yapılan değişiklikle atık sahaları sorunu çözülmüş oldu (!) ve çevre izni öncesinde alınması gereken Geçici Faaliyet Belgesi (GFB) için önemli bir basamak aşıldı.

Bacagazı limit değerlerine dair de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinden uygunluk yazılarının alınması an meselesi. 

Not: Entegre çevre izni alınması için öncelikle koşulları ve gerekli belgeleri daha kısıtlı ve basit olan Geçici Faaliyet Belgesi alınması gerekiyor.

Bu belgeyi alan tesislerin 1 yıl içerisinde çevre izni almaları gerekiyor. GFB’si olan tesisler 6 ay içerisinde Çevre İzni Başvurusu yapıyorlar. 

Kötü senaryo

Kötü senaryoyu yazıp evrene olumsuz enerji göndermek ve kötü senaryonun yaşanmasına vesile olmak istemem. Ama bunu “bir bilen” bilinci ile toplumla paylaşma sorumluluğumu da yerine getirmem gerekiyor. 

Benim kötü senaryom şu yönde, 13 tesisin 10 tanesine çevre izni sürecinde ilk aşama olan Geçici Faaliyet Belgesi’ni verecek koşullar yaratılacak.

Yani atık sahaları için akademik raporları tamamlayacaklar ve bacagazı sınır değerleri için uygunluk yazılarını da alacaklar. 1 Ocak 2020 ye kadar…

Yani birkaç gün içerisinde tüm belgeleri tamamlanacak ve günlerce süren il müdürlüğü uygunluk süreci de birkaç saatte çözülecek.

Bu belgelerle çevre izni sürecine girecekler ve Geçici Faaliyet Belgelerini (GFB) Ocak 2020’nin ilk günlerinde alacaklar.

Bu belgeye sahip tesisler fiilen 1 yıl boyunca dokunulmaz hale geliyorlar yani çevre izni sürecinde oldukları kabul ediliyor.

1 yılın sonunda çevre izni almak zorundalar. Ancak yatırım yapmaz ve uygun koşulları yaratmazlarsa çevre izni alamıyorlar.

Bu tesisler 1 yıl içerisinde ciddi bir yatırım yapmayacaklar ve mevzuattaki koşuldan yararlanarak Geçici Faaliyet Belgelerinin yenilenmesini sağlayarak 6 ay daha kazanacaklar.

Özetle fiilen çevreyi kirleterek mevzuata uygun haldeymiş gibi görünmeleri 1,5 yıl boyunca sağlanacak.

Kötü senaryoya devam edelim… Bu tesisler 1,5 yıl içerisinde sorumluluklarını yerine getirmedikleri ve çevre izni alamadıkları için, 1,5 yılın sonunda lisans bedelleri kadar (atıksu,bacagazı,atık sahası v.b. yönelik) ceza kesilecek, 5 bin -100 bin TL civarında…

Bu tesisler için bu ceza miktarı devede kulak bile değil… Cezayı ödeyecekler ve tekrar Geçici Faaliyet Belgesine başvuracaklar, süreç baştan başlayacak ve ekstra 1,5 yıl daha kazanacaklar.

Yine yatırım yapmayacaklar ve bu sefer lisans bedellerinin 2 katı ceza kesilecek ki bu da 100 bin TL– 200 bin TL civarında… Bu süreç mevzuatımıza göre sürekli hale getirilebilir…

Özetle, kanun değişikliği ile yapılmayan yönetmelik ve uygulama ile hayata geçirilebilecek. Hem de kanun değişikliğinde 2,5 yıl ön görülürken bu süreç bu uygulama ile 1,5 yılın katları şeklinde uygulanabilecek, 3 yıl ve 4,5 yıl. 4,5 yılın sonunda ise faaliyetin durdurulması gerekecek. 

Diğer 3 tesis ise zaten ekonomik ömrü de dolduğu için kapatılacak. Bu tesislerin hangileri olduğuna karar vermek için en yaşlı tesislere bakabilirsiniz.

Ancak burada bir tesis var ki, özelleştirileli çok zaman olmadı… İşte o tesisin kapatılması sonucunda oluşacak maddi yük (tesis tam kapasiteli çalıştığı düşünülerek şirkete ödenecek para) hepimizin omuzlarında olacak…

Hiç kuşkusuz bu süreçte meslek odaları, STK’lar veya vatandaşlar ciddi hukuki mücadeleler yürüterek bu uygulamalardan vaz geçilmesini talep edeceklerdir.

Hakimlerin tavrı bu kötü senaryoyu en başından durdurabilir. 

İyi senaryo

13 tesisten 3’ünün faaliyeti 1 Ocak 2020’de durdurulacak. Geriye kalan bu 10 tesis GFB’lerini alacaklar.

Ancak 1 yıl içerisinde gerekli yatırımı yapmayan ve çevre izni alamayanların faaliyetleri derhal durdurulacak… 

En iyi senaryo

En iyi senaryo hiç kuşkusuz, geri kalmış teknolojileri, doğayı, yaşamı tehdit eden, kirleten bu tesislerin tamamının kapatılması ve kirlettikleri alanların rehabilite edilmesi olacaktır.

Bu tesislerin ürettikleri elektrik enerjisine ihtiyacımız olmadığını, tesisleri durdurduğumuzda elektriğimizin kesilmeyeceğini Enerji Bakanlığı’nın verilerinden ve açıklamalarından dolayı çok iyi biliyoruz.  

AB ülkeleri başta olmak üzere birçok ülke kömürlü termik santralleri kapatma yönünde kararlar aldı ve ekonomilerini buna göre şekillendiriyorlar.

Örneğin, Avusturya 2020 sonunda, Yunanistan 2025 sonunda, Almanya 2038 sonunda, İngiltere, Portekiz, İtalya gibi ülkeler 2030’dan önce termik santrallerini kapatacaklarını, iklim krizine sebep olan bu fosil yakıt merkezli yaklaşımdan uzak duracaklarını deklare ettiler, ülke politikası olarak belirlediler.

Elbette, ekonomilerini de buna göre şekillendirmeye başladılar. 

Hep vurguladığım gibi, en iyi enerji üretim biçimi enerji verimliliğidir. Yenilenebilir, temiz enerji üretim biçimlerine de ayrıca odaklanmak, bu alanda yerli teknolojiyi geliştirmek gerekir.

Hem termik santrallerden ekmek yiyen insanların durumunu değerlendirerek hem de yeni teknolojileri ülkemize kazandırmak adına artık termik santrallerden çıkış planını hazırlayıp uygulamamız gerekiyor.

Dilerim bu tartışmalar bu hedefe vesile olabilir…