Keşke Koruyabilseydik

ÇMO Başkanı Baran Bozoğlu, Milliyet Ankara’dan Ömür Ünver’in sorularını yanıtladı.

Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baran Bozoğlu, Keçiören’den Sincan’a kadar uzanan Ankara Çayı’nda yaptırdıkları analizlerde Türkiye’nin en kirli deresi olduğunun ortaya çıktığını söyledi.
Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baran Bozoğlu, son dönemde ülkenin her köşesindeki çevre sorunlarını gündeme getirmesiyle dikkati tan nüfus ve gelişen sanayi ile birlikte gündemde daha da fazla yer etmeye haşlayan kentleşme ve çevre konuları, tartışmaları da beraberinde getiriyor. Genç Başkan ile Türkiye’deki ve özellikle de Ankara’da yaşanan sıkıntıları konuştuk.

Türkiye’deki en önemli çevre problemi nedir? Kentleşme mi, yoksa enerji tesisleri mi, su ve hava kirliliği mi, yoksa yeşilin yok edilmesi mi?
“Karamsar bir tablo çizmek istemiyorum ama ne yazık ki hepsi. Tek bir tanesi seçmek oldukça zor çünkü hepsini, ekolojiyi ele aldığınız zaman doğa birbiriyle bağlantılı. O yüzden bir yerde yarattığınız problem diğerini de tetikliyor. Kentleşme bunun en başında sayılabilir. Özellikle insana dair oluşan problemlerde kentleşmeyi ele alabiliriz. Çünkü en geniş kitlelerin yaşadığı yerler kentler. Kentlerdeki atıkların üretilememesi, hava kirliliği problemi, insanların musluklarından temiz su içememe problemi başlamış bir çevre problemi aynı zamanda halk sağlığı problemini tetikleyen bir durum. Öte yandan, niye temiz suyu içemiyoruz musluklarımızdan… Derelerimiz kirleniyor. Derelerimiz kim kirletiyor, sanayi atıkları. Sanayi atıklarının da doğru düzgün denetiminin olmaması, örneğin arıtma tesislerinin çalışmıyor olması, yoğun bir şekilde denetlenmiyor olması bir problem.
Bacasından çıkan duman kentin üzerine gelebiliyor, kentte insanlar nefes alamayabiliyorlar, hastalıklar oluşuyor. Bu konuda çevre problemi oluşuyor ya da suya karışıyor bu atıklar. O yüzden enerji politikamızda da ciddi sıkıntılar oluştuğunu görüyoruz.
Yeni enerji kaynaklarına çok yoğun bir eğilim yok, rüzgarda çok ciddi bir gelişme var, güneşte ne yazık ki ciddi bir adım atılamıyor. Aynı zamanda denizlerimizde de benzer problemler var. Deniz kirliği de, derelerden kaynaklı deniz kirliliği de oluştuğu için oralarda ciddi problemler var. Ama şunu söyleyebilirim; Türkiye’de şu anda Amasra Bölgesi’nde, Amasra sanayinin olmadığı bir bölge olmasına rağmen yurttaşlar musluklarından temiz su içemiyorlar. Yani Amasra gibi bir bölgede bile insanlar damacanaya mahkum kalıyorsa Türkiye’de gerçekten büyük bir problem var demektir. Bunu göz ardı etmemek lazım. O yüzden su kirliliği aslında bizim için çok kritik, en hayati şey ne dersek, su diyebiliriz.

“Bakanlıklarda bile damacana”
Sizin “Suyu ticarileştirdiler” ifadeniz var. Bu bağlamda mı değerlendirmek lazım?
“Evet. Şimdi şöyle bir durum var. Bugün Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bütün katlarında, merkez teşkilatında, Orman Su İşleri Bakanlığının bütün katlarında, Sağlık Bakanlığının bütün birimlerinde hatta ve hatta bu tüm kurumların il örgütlerinde, bunların tamamında damacana su kullanılıyor. Dolayısıyla Çevre Şehircilik Bakanı çıkıp da Ankara’nın suyu temiz ya da Büyükşehir Belediye Başkanı’ın bunu söylemesinin bir anlamı kalmıyor. Çünkü görünen köy kılavuz istemez. İnsanlar musluklarından temiz su içmiyorlar. İstanbul’da da içmiyorlar, Ankara’da da içmiyorlar, birçok kentte de içmiyorlar. Buna soruya Türkiye’de şöyle bir cevap verebiliriz; su problemi bizim için en büyük problem. Ciddi bir su kirliliği var, şu anda temiz bir dere olmadığını düşünüyorum ben. Zaten havza planına baktığımız zaman Türkiye’de bir tane dere temiz akmıyor, doğal akmıyor. Üst kodlardakiler hariç.
Bunun yanında kuraklık problemimiz var. Bu yıl yağmur, kar güzel yağdı belki ama gelecek yıllarda bunun böyle olmama ihtimali var. Küresel iklim değişikliği problemi var. O yüzden havza bazlı kent planlaması ve sanayi politikasının planlanması gerekiyor. Bunu yapmadığımız sürece ciddi bir su kriziyle karşı karşıya kaldığımızda bunları çözmemiz mümkün olamayacak.
“Ne içtiğimizi bilmek istiyoruz”
Musluklardan akan suyu kullanamamız önemli bir halk sağlığı sorunu oluşturuyorsa, neden ilgili kurumlar bunu ciddiye almıyor?
Ankara’daki içme suyu tartışmasında, içme suyu problemi olduğunu iddia ettiğimizde biz diğer meslek odalarıyla birlikte şunu istedik; biz ne içtiğimizi bilmek istiyoruz dedik. Bize kesinlikle bir rapor konulamadı ortaya. Temizdir diyemediler. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ölçümleri vardı, ama suyu arıtması gereken kurumun kendi ölçümünü yapması devletin mekanizmasını sıkıntıya uğratan bir şey.
ASKİ’nin analizleri ve açıklamaları var ama…
Burada Halk Sağlığı Kurumu’nun denetliyor olması lazım. Mevzuatta bu söyleniyor. Halk Sağlığı Kurumu tarafından da bunların rutin olarak kamuyla paylaşılması lazım. Bu zor bir şey değil, bunu yapabilme kapasitesi var.
Denetim yapıyorlar mı?
Denetim yaptıklarını söylüyorlar. Somut bir rapor göremedik. Halk Sağlığı Kurumu’dan talep ettik ama olmadı. Bu bütün illerde böyle. Belediyeler suyu kendileri laboratuvarlarda analizini yapıp kamuyla paylaşıyorlar. Bunun kamu yönetiminde bir anlamı yok açıkçası.
Halk sağlığı açısından da bir anlamı yok, kendi ürettiğini kendi denetliyor. Diğer kurumların bu sürecin içine girmesi ve kamuoyunu sürekli bilgilendirmesi gerekiyor. Çünkü tıpkı hava kirliliği gibi su kirliliği en kitlesel hastalığı yaratabilecek bir olaydır. Çünkü herkes su tüketmek zorundadır.
“AB ile farklar var”
Hava kirliliği deyince, bir de bu konuda iddialar var. Tartışmalar yaşanıyor zaman zaman…
Biz özellikle Düzce, Denizli, Samsun, Ankara İllerine dahil bir rapor ortaya koyduk Çevre Mühendisleri Odası olarak. O raporda da tamamen grafiklerle detaylı olarak halka aktardık.
Biz bu bilgileri Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın ortaya koyduğu bir hava izleme ağı var. O ağdaki raporlar üzerinden aldık yani kafamızdan uydurmadık. Bakanlığın verilerinden yaptık. Bunu bize hep derler; ‘Çevre Şehircilik Bakanlığı’nı eleştiriyorsunuz, hiç mi iyi bir şey yapmıyorlar’ diye. Bu yaptıkları iyi bir şey gerçekten şeffaf bir şekilde şu anda o bilgileri paylaşıyorlar.
Aslında yapılması gereken bir şey ama Türkiye’de birçok şey yapılamadığı için bunu övmek durumunda kalıyoruz. O verilerden baktığımız zaman Ankara’nın havasının ciddi şekilde özellikle AB değerlerine, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ciddi şekilde kirli olduğunu söyleyebiliyoruz. Bunu nereden söylüyoruz? AB’de 50 mikrogram metreküplük bir sınır değer var partikül madde değeri olarak. Bu Türkiye’de 100 olarak kabul ediliyor. Avrupalıların ciğeri ciğer de, bizimkisi değil mi?’ Biz hep bu soruyu soruyoruz. O yüzden de bizim sınır değerlerimiz ‘2019 yılında uygulanılacak tam Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği AB’nin belirlediği standartlara geleceğini söylüyorlar. Ama bunu mevzuatta yazmak yetmiyor sınır değerler kat ve kat aştığını için buna dair bizim çözüm üretmemiz gerekiyor.
Ankara özellikle Sıhhiye, Bahçelievler, Cebeci, Dikmen ve bölgelerinde ciddi hava kirliliği olduğunu söyleyebiliriz. Bu hava değerlerinde aşıldığı ortada. Zaten bunu bakanlık da kabul ediyor.”
“Yapılaşma yerine ağaçlandıralım”
Ankara ile ilgili başka itirazlarınız da var. Eymir Gölü’nün yapılaşmaya açılmak istendiğini savunuyorsunuz…
O bölge, Eymir ve Mogan Gölü Ankara’nın tek kalan ağaçlık ve doğal bölgesi. İnsanların bina görmeden yürüyebildikleri tek bölge. Eymir Gölü bölgesi aslında halka açık. Herkes oraya girebiliyor. Sayın Belediye Başkanımızın yaptığı açıklamada sanki halka kapalıymış gibi bir imaj yaratıldı ama biz geçtiğimiz günlerde basın toplantımızı Eymir Gölü’ne girerek herkesin girebildiğini gösterdik. Tabii bunu ne yazık ki, şehrin diğer bölgelerinden toplu taşıma oraya sağlanmadığı için insanlar gidip orayı göremeyebiliyorlar. Aslında Sayın Belediye Başkanı gerçekten de halka orayı açmak istiyorsa öncelikle oraya bir toplu taşıma imkanı sağlamasını talep ediyoruz. Bunu sağladığı zaman zaten yurttaşlar görebilecekler. Şimdi bu bölge kritik bir bölge. Özellikle Mogan Gölü kirlendi, yok oldu. Mogan Gölü’ne dair yaz aylarında Sayın Bakan, belediye başkanlarıyla birlikte bir ziyaret gerçekleştirdi oraya. Bizi çok umutlandırdı bu ziyaret. Mogan Gölü problemini çözeceklerini ifade ettiler. Biz tabii çok sevindik, umarım sorun çözülecektir, sorunun çözülmesi gerekir. Tabii bunun için kentleşme politikasının düzenlenmesi lazım. Siz buyandan Mogan Gölü’nün çeperini imara açarken bir yandan da orayı çözmeye çalışacağız demek çokta bilimsel açıdan sağlıklı bir ifade gibi gelmiyor bize. Otel projesinden ziyade, ağaçlandıracak alan olarak da tanımlandığı için gerçekten Sayın Bakan, Sayın Belediye Başkanı, diğer vekiller, bu konuyla ilgili tüm siyasi partiler gerçekten samimilerse hep birlikte gidelim, çeperini birlikte ağaçlandıralım, diyoruz. Böyle bir çağrımız, önerimiz var.
“Tuz Gölü”nde tüyler ürperten problem”
Bir de Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesinin de kıyısının bulunduğu Tuz Gölü’nde yaşanan çevre sorunlarına dikkati çektiniz..
Tuz Gölü’ne yaklaşık 35 bin kişinin yaşadığı Şereflikoçhisar Belediyesi’nin atık suları boşaltılıyor. Tuz Gölü 1. doğal sit alanı. Ramsar Sözleşmesi kapsamında A sınıfı bir sulak alan ve Türkiye’nin tuz ihtiyacını karşılayan bir göl. Doğal hayat içinde flamingoların olduğu, kuşların olduğu bir bölge. O yüzden de korunması gerek, dünyada nadir bulunan ve bizim guru duymamız gereken, korumamız gerek bir bölge. Öysa gölde facia yaşanıyor. İlçeye, ileri bir arıtma tesisi kurup sulama alanı içinde bunu kullanma şansınız var. Türkiye bu teknolojiye sahip. Yeter ki bu irade ve maddi kaynaklar doğru aktarılsm. Şereflikoçhisar’daki yurttaşların suyu arıtılır, çevredeki tarım arazileri de çok rahat bir şekilde sulanır. Çözümü var.
“Torba yasada değişiklik sağlıklı değil”
TMMOB Yasası’nda değişiklik gündemde. Özetle nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği içerisindeki meslek odaları dünyanın hiçbir yerinde olmadığı haliyle Türkiye’nin problemlerini dert edinen insanlardan oluşuyor. Yani insanların problemleri dert edinip çalışma yapan bir yapıyız biz. Ben bunun dünyada pek bir örneğinin olduğunu da görmedim. Türkiye bu yüzden çok büyük bir zenginlik. 1954 yılında kurulan bir yapıdan bahsediyoruz, o günden bu güne ortaya çıkartılan bütün yanlışlara hiçbir siyasi parti ayrımı yapmadan karşı gelmiş, eleştirmiş ve öyle oluşmuş bir yapıdan bahsediyorum. Dolayısıyla bu sadece bugünkü hükümetin problemi değil aslında. Diğer hükümetlerde de benzer bir problemle karşı karşıya.
Ama ilk defa 12 Eylül döneminde çıkartılan bir yasanın Türkiye’de uygulandığını görüyoruz. Bir torba yasa içinde bizim yasamızın değiştirilmesinin çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Yani artık 600-700 bine varmış olan bir mimar, mühendis, şehir plancısı ailesi kitlesinin tek örgütü ve kamu kurumu niteliğindeki bir yapıyı torbayla değiştirmeye çalışmak çok sağlıklı bir yaklaşım değil. Bir problem varsa bu tartışılabilir, ortaya konulur. Bizim de tabii ki birtakım eleştirilerimiz var. Ama bunu bu şekilde ben yaptım olacak demek doğru değil. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nm hazırladığı torba yasayla birlikte bunu Meclise sevk etmeye hazırlanıyor. Henüz gitmedi ama bugün yarın hemen gidebilir. 0 yüzden Meclise gitmeden biz bunu durdurmak istiyoruz.
“Dere zaten ölmüş”
Ankara Çayı konusunda da endişeler var ve şikayetler yaşanıyor…
Ankara Çayı, Ankaralılar için büyük bir problem. Ankara’nın göbeğinden geçen bir çay. O yüzden de bir başkentin içerisinden geçen bir dere aslında büyük bir değerdir.
Buna sahip çıkmak bunu geliştirmek ve temiz tutmak, aynı zaman da belki de kullanım amacıyla belli alanlarda rekreasyon amaçlı kullanabileceğimiz bir değerdir. Örneğin, Eskişehir’de Porsuk Çayı çok kötü durumdaydı ve şu an da bir ulaşım aracı olarak kullanılıyor.
Ankara Çayı da bu kapasiteye sahip bir çay aslında. Keçiören’in göbeğinden geçip Sincan’a kadar giden bir çaydan bahsediyoruz. Eğer Ankara Çayı düzgün bir hale getirilebilseydi bugün belki çay üzerinden ulaşım bile sağlanabilirdi.
Buradaki problem şu; biz bir analiz yaptırdık, Ankara Çayı’dan bir numune aldık. Laboratuvarda analizini yaptırdık. Çıkan sonuca göre, Ankara Çayı şu an i. seviyedir. Bu ne demek; Türkiye’nin en kirli deresidir diyebiliriz. Kirlilik parametresi çok yüksek ve çok çalışmalar
ilginç şeylerle karşılaştık sonucunda. Dere zaten ölmüş, içerisinde canlı yaşaması mümkün değil. Çünkü ağır metaller çok yüksek seviyede çıktı. Oksijen çok az. Dolayısıyla ciddi bir kirlilik var. Belli atık suların demek ki buraya verildiğini görüyoruz. O yüzden de değerli Büyükşehir Belediyesi’nin bu konuda çalışma yapıp öncelikle bu atık sularının önünü kesmesi gerekiyor ve rehabilitasyon çalışmalarına öncelik vermesi gerekiyor. Yani bir yandan Ankapark yapıp Ankaralıların eğlence kültürünü geliştireceğim derken onun yanından geçen dereyi kirli bırakmak Ankara’ya yakışmıyor. Bu yüzden de buranın bir an önce temizlenmesi lazım biz çağrımızı yapıyoruz. Elimizden geleni yapmaya hazırız, yeter ki öncelikli projeler bunlar olsun.